Süper Anne ve Süper Kadın

Süper anne ve süper kadın

Kadın olmak demek; nerede, kimlerle ve nasıl olursa olsun; etrafındakilere sürekli olarak hizmet eden, uyumlu, sessiz, itaat eden, bakım veren, şefkat ve iyilik gösteren olmak demektir. ”Kadın dediğin güler yüzlü olmalı, kadın dediğin yumuşak olmalı, kadın kısmı öfkelenmemelidir…”

“Süper anne”, “süper kadın”, “süper iş kadını” olmanın ağırlığı nasıl taşınır?

Kadın/anne neye, kime yetişecek?

Bebeğine, çocuğuna mı?

Ailesindeki ev işlerine mi?

İşyerindeki çalışan kadın rolüne mi?

Eşine karşı kadın/eş olma rolüne mi?

Aile büyüklerinin beklentilerine mi?

Kadın olmak demek; nerde, kimlerle ve nasıl olursa olsun; etrafındakilere sürekli olarak hizmet eden, uyumlu, sessiz, itaat eden, bakım veren, şefkat ve iyilik gösteren olmak demektir. “kadın dediğin güler yüzlü olmalı, kadın dediğin yumuşak olmalı, kadın kısmı öfkelenmemelidir…” Yani toplumun kadına izin verdikleri ve yasakladıkları vardır.

Kadın; kız çocukluğundan başlayarak kendi yetiştiği ailedeki bireylere bakım vermek, hizmet etmek, anlayışlı, sevecen, yardımsever, alttan alan, idare eden olmak zorundadır. Herhangi bir aile üyesinin hastalanması, yaşlanıp bakıma ihtiyaç duyması söz konusu olunca akla ilk gelen kız çocukları, kadınlardır. Kız kardeşler, anneler, ablalardan bakım, şefkat, yatıştırılma, anlayış ve fiziki bakım istenir. Hastalanan aile büyüklerine bakması için okumasına izin verilmeyen pek çok kadın vardır. Ya da pek çok kız çocuğu kendinden küçük kardeşlerine bakmak zorundadır.

Kadın aynı zamanda kendi kurduğu ailede de, eşine, çocuklara da bakım vermeli, rehberlik etmeli, anlayışlı, yatıştırıcı, çözüm üreten olmalıdır. Eşinin ailesinde de benzer sorumlulukları, beklentileri karşılamalıdır. Kadın, kadın olmasından kaynaklı olarak daima yumuşak huylu, itaatkar, temiz, çalışkan, sevgi dolu, iyilik meleği, sabırlı ve güler yüzlü olmalıdır.

Kadınların evdeki, ailedeki fiziki emeğinin ardında görünmeyen; duygusal ciddi bir emek söz konusudur. Kadınların evde gerçekleştirdiği duygusal emek; “duygusal ev işi” olarak adlandırılmaktadır. “candanlık arayışında” başrol kadına verilmektedir. “Hemşirelik rolü” Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin görünmeyen yüzüdür.

Kadının iş yaşamına, ücretli bir işe girmiş olması, evde var olan eşitsizliğin iş ortamında da devam etmesine engel teşkil etmez. Erkeklerle aynı işi yapsa dahi, kadın olduğu için daha alttan alıcı, ortamı yumuşatıcı, sakin, sabırlı, anlayışlı, hoşgörülü, güler yüzlü, sevecen olmak zorundadır. Özellikle hizmet sektöründe “duygusal emek” gerekli olduğu için, genellikle kadınlar istihdam edilmektedir. İş ortamındaki duygusal emeğin de herhangi bir karşılığı yoktur. Zaten onun yapması gereken görevlerdir söz konusu olan. “Seni niye işe aldık, müşteriye güler yüzlü davranasın diye…”

Çalışan ve eş olan bir kadının anne olması durumu değiştirir mi? Kadından beklenen fiziki, ruhsal, ilişkisel ve duygusal emeğin karşılığı olarak toplumun herhangi bir takdiri, ödüllendirmesi söz konusu mudur?

Var olan kapitalist çalışma ortamı; kadını anne olmasından dolayı kayırmaz. Hatta tam tersi, çalışan bir kadın hamile kalıp, çocuğuna vakit ayırması gerektiğinde işten çıkartılır. Anne olduğu için mesai saatleri değiştirilmez. Ya da yasal olarak tanınmış haklarını kullanmasına dahi izin verilmez. İşten çıkarılma tehdidine boyun eğmesi istenir. İşyerindeki erkeklerle aynı işi, aynı verimlilikte, “duygusal emeği” de ekstra karşılıksız olarak yapmaya devam etmelidir.

Devlet, toplum; çocuğun yetiştirilmesi ve büyütülmesinde rol almaktan kaçınır. Bu rol anneye bırakılır.

Kadın artık, anne olduğu için daha hoşgörülü, sabırlı, enerjik, düşünceli, özverili, dayanıklı olmak zorundadır. Anne olan bir kadının artık kendisi için bir şey yapması, kendine vakit ayırması kabul edilemez. O kendini çocuğuna, eşine, evine ve ayrıca işine de adamak zorundadır. “Süpermen” gibi “süperanne”, “süperkadın”, “süpereş”, “süperevlat” olmalıdır.

“Süpermen” hayali bir karakterdir. İnsanın arzularını yansıtır. Kadına yüklenen süper roller, imkansız olanı gerçekleştirmek için kadının kendini aşırı zorlamasına sebep olur. Kendinden beklenenleri, içselleştirip görev edinen kadın görevlerini aksattığında kendini suçlar. Kendine kızar ve aşağılar. Kendini “yetersiz”, “güçsüz”, “beceriksiz”, “çaresiz”, “yalnız” olarak algılamaya başlar.

Özellikle annelikle ilgili kendinden beklenenleri aksattığında, kendini; “kötü anne” olarak algılamakta, özdeğeri, özgüveni yerle bir olup, depresyonun kucağına düşmektedir. Doğum sonrası depresyonlarında kadına yüklenen beklenti ve rollerin ağırlığı önemli bir etkendir.

Kadınların ruh sağlığı konusunda erkeklere göre daha fazla sıkıntı yaşamasında, toplumun kadına yüklediği ve kadının da üstüne vazife olarak aldığı sorumlulukların çok büyük payı vardır.

Kadınlarda bu nedenle; az önce sıralanan nedenlerle depresyon, kaygı bozukluğu, somatizasyon, yeme bozuklukları, tükenmişlik, travma sonrası stres bozuklukları, cinsel işlev bozuklukları erkeklere oranla daha sık görülmektedir.

Depresyon, doğum sonrası depresyonları, kaygı bozukluğu, OKB, aile terapisi, çift ilişkisine yönelik psikoterapi sürecinde kadının toplumsal cinsiyet rolü göz önüne alınmadan etkili bir terapi söz konusu olamaz.

Kaynak: Türk Psikiyatri Derneği yayınları, Kadınların Yaşamı ve Kadın Ruh sağlığı kitabı